3 Kasım 2010 Çarşamba

Çizgi Romanlar

                                  1 -   ÇİZGİ  ROMANLAR



                   Çocukluk dünyamızın  en tatlı anıları arasında çizgi romanlarla ilgili olanlar başta gelir. Okuma yazma çağından ta yüksek öğrenim çağına kadar bu dünya içinde doyasıya yaşadık. Bu dünyanın kahramanları ile tanıştık, onları çok sevdik, çocukluğumuzun bütün değerlerini onlarla paylaştık ve onları hiç unutmadık.

Aslında çocuk dergileri ve çizgi romanlarla ilk tanışmamız 1950 lerin başında Doğan Kardeş’le oldu. Doğan Kardeş çok kaliteli bir dergiydi.  Yazı ağırlıklı olmakla beraber içerisinde çocukların ve gençlerin hoşlanabileceği her şey vardı. 

Kısa bir süre sonra Çocuk Haftası onun yerini aldı. Diyebilirim ki çocukluğumuzun şekillenmesinde Çocuk Haftası’nın çok önemli bir yeri oldu. Bu dergi ile tanınmış Türk ve yabancı yazarları tanıdık, hikayelerin, şiirlerin en güzel örneklerini okuduk. Ömer Seyfettin, Kemalettin Tuğcu  gibi yazarları öğrendik. Derginin her sayısında hikaye, tarihi konular, şiirler, bilmece-bulmaca ve ilaveten çizgi romanlar vardı. Özellikle Yıldırım Kaptan’ın maceraları bizleri küçük dünyamızdan alıp uzaya, diğer gezegenlere götürüyor, birbirinden ilginç olaylara sokuyordu. Bu dergi ile, okumanın, bazı konulara ilgi duymanın zevkini tam zamanında aldık  Çocuk Haftası yıllarca  yayına devam etti. Benim 50 li 60 lı yıllarda biriktirdiğim ve özenle hala sakladığım o dergilerin yanında bugün çocuklarımın 70 li 80 li yıllarda biriktirdiği dergiler beraberce, eğer hala o dergi çıkıyorsa üçüncü neslin yeni dergilerini sessiz ama sabırla bekliyorlar. Bu dergileri şimdi bile  okuduğumda duyduğum zevki ve yüz ifademi ancak bu duyguları yaşayanların anlayabileceğini sanıyorum.

Gerçek anlamda çizgi romanlarla ise 1950 lerin başında Pekos Bill ile tanıştık. Pekos Bill büyük boy bir dergiydi. Karşılıklı iki sayfası renkli diğer iki sayfası siyah beyazdı.  Pekos Bill bir kovboydu. Atı, boynuna asılı şapkası ve pantolonunun her iki yanından sakan püskülleri ,tabancaları ile kusursuz yakışıklı bir kahramandı. Özellikle  uzun kemendini çok büyük bir ustalıkla kullanıyordu. Amerikanın uçsuz bucaksız düzlüklerinde, yüksek dağlarında, sık ormanlarında kötü adamlarla mücadele ediyordu. Özellikle renkli sayfalar bize donmuş film kareleri gibi geliyordu. Uzun uzun  büyük bir hayranlık ve merakla bu hayal ötesi ülkenin  dağlarına, yüksek ağaçlarına, çağlayanlarına, mağaralarına, coşkun akan nehirlerine bakardık. Sadece bir veya birkaç mahalleye sıkışmış dünyamızı zenginleştiren bu resimlerle  bir anda başka dünyalara geçerdik.

Yine aynı dönemde yayınlanan Kızıl Maske ve Mandrake  diğer sevilen çizgi romanlardı. Kızıl Maske’nin siyah atı, Mandrake’nin yardımcısı Abdullah bu romanların unutulmaz diğer kahramanlarıydı.

Kısa süre sonra çocuk dünyamızın en önemli ve hala unutamadığımız iki çizgi romanı ile tanıştık. Bunlar orta boy iki dergi olan Tom Miks ve Teksas’tı. Tommiks-Teksas aslında İtalyan işi bir çizgi romandı.

Ülkemizde çocukluk ve gençlik döneminde bu kahramanlarla tanışmayan ve onları sevmeyen kimse olabileceğini zannetmiyorum. Uzun yıllar geçmesine rağmen bu çizgi romanların, bu kahramanların hala bu kadar sevilmesinin sebebi neydi? Aradan onlarca yıl geçmesine rağmen hala devam eden bu başarının nedeni, kanıma göre seçilen çizgi roman kahramanlarının ve konuların o yaş grubundaki çocuklar için çok uygun olmasıydı. Önde gelen kahramanlar son derece sevimli ve ilginç kişilerdi. Romanlarda macera konuları bizden farklı bile olsa gerçek ilişkiler cereyan ediyordu. Her şey çocuk dünyasına uygundu. Kahramanların kuvvetlisi, zayıfı, akıllısı, aptalı, kurnazı, safı, güzeli, çirkini  hepsi vardı. Herkes kendinden bir şeyler bulabiliyordu bu dünyada.

Öte yandan bu çizgi romanlar okuyucularına çok doğru mesajlar veriyordu. Aynen hayatta olduğu gibi  hep iyi ile kötünün mücadelesi vardı. Kötüler zaman zaman öne geçse bile sonunda  hep doğruluk, iyilik ve güzellik kazanıyordu. Baş kahramanlar daima doğrudan yanaydılar, verdikleri sözleri mutlaka tutuyorlardı  ve düşmanlarını bile affedebiliyorlardı. Arkadaşlık duyguları çok kuvvetliydi. Aşırı şiddet yoktu. Bunlar çocuklar için çok güzel mesajlardı.

Çizgi romanların ilgiyle okunmalarının ve sevilmelerinin nedenlerinden biri de eğitici olmalarıydı. Bu romanlar kim ne derse desin bir kültür hizmeti veriyordu. O yılların televizyondan, radyodan, internetten ve hatta çeşitli görsel yayın organlarından habersiz çocuklarına (bir kısım  erişkinler dahil) inanılmaz derecede  ilginç ve güzel bir dünya sunuyordu. Ancak kitaplardan okuduğunuz bir dünya gözlerinizin önündeydi. Değişik bir coğrafyanın içine giriyordunuz, ilginç tiplerle tanışıyor,yeni şeyler öğreniyordunuz.

Çizgi roman dünyası ile isimlerini duyduğunuz veya nadiren de olsa filmlerde gördüğünüz Kızılderilileri  yakından tanıyordunuz. Kızılderili kabilelerini Apaçileri, Komançileri, Siuları, Karaayakları, Mohikanları, Çeyenleri,  Çöl ve Alaska  yerlilerini, onların ilginç isimlerini, büyük reis ve büyücülerini, totemlerini, Manitu’yu, gelenek ve göreneklerini, yaşayış şekillerini öğreniyordunuz. Ayrıca 18 ve 19 uncu yüzyıldaki Amerikan şehir ve kasabalarının yapılarını, kadın – erkek ilişkilerini, çocukların dünyasını, kıyafetlerini, insanların batıya göçünü, demiryollarının yapımını, sığır  yetiştiricilerini, maden arayıcılarını, avcı ve kaçakçıları, yabani atları, bizonları, yerlilere kaçak içki ve tüfek satan kötü adamları,  Cenazeciyi, çoğunlukla zamanında yetişen Amerikan Süvarilerini, Afrika asıllı köleleri, göçmenleri ,Çinlileri tanıyordunuz ,öğreniyordunuz. Bunlardan da öte Orta Amerika’daki İnka, Aztek, Maya Medeniyetlerinde geçen maceralara katılıyordunuz.

Tom Miks ufak tefek görüntüsüne rağmen yakışıklı, akıllı ve çok becerikli bir kahramandı. Ortadan ayrılmış siyah saçları, geniş şapkası, çift tabancası, uzun siyah çizmeleleri ve akıllı atı Napolyon ile Tom Miks’in çocuklar tarafından sevilmemesi mümkün değildi.

 Kulver Kalesinde başlayan ve kısa sürede yüzbaşı olması ile sonuçlanan ilk macerası yıllarca devam edecek bir heyecanın başlangıcıydı. Tom Miks’in Kulver Kalesi komutanı Albay Brovn’ın kızı Suzi ile olan romantik ilişkisi çocukluk ruhlarımızı tam yerinde okşayan isabetli bir buluştu. Suzi iki yana örülü sarı saçları, çilli yüzü ve uzun eteği ile hepimize güzel ve sempatik geliyordu. Aralarındaki ilişki hepimize çok temiz, saf, utangaç, kötülüklerden uzak geliyordu.

 Tom Miks’in iki yakın arkadaşı Konyakçı ve Doktor Sallaso yine çok ilginç kişilikler olarak seçilmişlerdi. Konyakçı sakalı, eğri büğrü şapkası, çarpık bacakları ve saf hali ile en büyük eğlence kaynağıydı. Doktor Sallaso ise siyah melon şapkası, siyah paltosu, iri göbeği ile bir bilim adamı gibiydi. Ancak Doktor Sallaso’nun asıl özelliği inanılmaz derecede akıllı ve pratik zekalı oluşuydu. Her güç durumda ne yapıyor, ne ediyor mutlaka işin içinden çıkıyordu. Konyakçı ve Doktor’un en önemli ortak özelliği alkole aşırı düşkün oluşlarıydı. Dayanamadıkları tek şey şarap şişeleriydi. En ciddi durumlarda bile bu zaafları nedeni ile sabahlara kadar içtikleri ve sızdıkları oluyordu. Buna karşılık Tom Miks içkiden nefret ediyordu, ağzına bir damla içki koymuyordu. Gittiği salonlarda sarhoş kovboyların arasında alay edilmeyi göze alarak  sıcak süt veya limonata isteyecek kadar  korkusuz bir  kahramandı.

 Şarap ve alkollu içkiler bizim toplum değerlerine  ters gelmelerine rağmen bu kahramanlardan hiç rahatsız olmuyorduk, tam tersi bu özellikleri bile bize sevimli geliyordu. Öte yandan hiçbirimiz bunlara özenip içkici de olmuyorduk. Bu çok ilginç bir sosyal davranıştı. Aynı benzetmeyi ylllar sonra toplumda benimsenmeyen davranışları ile Zeki Müren ve uzun saçları ve yüzükleri ile Barış Manço için de yaşadık. Yani yaşam ve şekil ne olursa olsun kişiler hoşlandıkları kişilere karşı çok daha hoşgörülü oluyorlar. Yeterki o kişiler olumlu işler üretsinler.

Tom Miks’in maceraları ile  Amerika’nın değişik yerleri dışında Kanada , Alaska ve hatta Orta Amerikanın eski medeniyetlerini tanıdık. Mert ve kahraman Kalavera’yı,kılıktan kılığa giren Kedi’yi,Arap asıllı kılıçlı Abdül’ü,İtalyan asıllı gitarlı romantik Gennaro’yu, hatta sahte Tom Miks’i, sahte Konyakçı’yı  ilgi ile izledik ve çok sevdik. Amerika çöllerinde devekuşunu ve bumerngı gördük ve öğrendik.

Teksas ayrı bir dünyanın romanıydı. Teksas’ın kahramanı Çelik Blek, biz ona “Çelik Bilek” diyorduk, Tom Miks’in aksine iri yarı  güçlü kuvvetli aynı zamanda tabiî ki çok akıllı ve iyi kalpliydi. Yani tam olarak ideal bir kahramandı. Başında kürkten bir kalpak, sırtında yine kürkten bir ceket vardı. Çelik Blek’in de iki yakın arkadaşı vardı. Bunlardan biri  Profesör Oklipus’tu. Profesör,Tom Miks’teki Doktora eşti. Silindir şapkası, siyah ceketi, kareli yeleği ve kocaman bir göbeği vardı. Küçük yüzündeki ince bıyıkları ve keçi sakalı ile  çok sempatik görünüyordu. O da Doktor Sallaso gibi çok akıllıydı ve her zaman bir çıkış yolu buluyordu. Sihirbazlık numaraları ile  kızılderilileri hayretler içinde bırakıyordu. Yalnız tek sorunu  kendisiyle evlenmek isteyen şişman kadınlardı. Çelik Blek’in diğer kahramanı Rodi’ydi. Rodi 10-12 yaşlarında  çilli bir çocuktu ve bizlere çok sempatik geliyordu.

Çelik Blek ve arkadaşları avcıydılar ve ormanlarda yaşıyorlardı. Çelik Bilek’in maceraları daha çok İngiliz Askerlerine karşı Amerikan vatanseverlerinin verdikleri mücadelelerden oluşuyordu. Çelik Blek, “Kırmızı Ceketli” denen İngiliz Askerlerine karşı inanılmaz işler yapıyordu. Aynen diğer milletlerin halk kahramanları gibi, yol kesiyor, baskınlar düzenliyor, kaleleri basıp mahkumları kurtarıyordu. Ayrıca da kaçak avcılarla, kötü beyaz adamlarla, içki ve silah kaçakcıları ile ve tabii ki  kızılderililerle uğraşıyordu. O yaşlarda tam bilinçli olmasak da Amerikan Kurtuluş Savaşını, vatanseverleri, onlara yardım eden Fransızları  öğrendik. Hatta vatanseverlerin lideri Avukat Colony’yi bile tanıdık.

Tom Miks ve Teksas’ın en önemli ortak konusu kızılderililerdi. Amerikaya giden beyazlarla kızılderililer arasındaki gerçek ilşkileri, kızılderililerle yapılan savaşların ne kadar abartıldığını yıllar sonra öğrendik ama o yaşlarda bizler için kızılderililer kadar ilginç bir başka konu olamazdı. Nedendir bilinmez hepimiz, belki de genetik olarak, kızılderililere ilgi ve yakınlık duyuyorduk. O yıllarda arada bir gittiğimiz koyboy filmlerinde izlediğimiz kızılderilileri çizgi romanlarda bol bol okuyor, görüyor ve öğreniyorduk. Ormanlarda, dağlarda, çöllerda hatta Alaska’daki  yaşayışlarını, kabile yapılarını, karşılıklı ilşkilerini, inançlarını, giyimlerini ve  ilginç isimlerini doya doya okuyor, öğreniyorduk. Bizler için bundan daha ilginç ne olabilirdi ki. Okuduklarımızın öylesine etkisi atında kalıyorduk ki ciddi ciddi Apaçi-Komançi karşılaştırması veya Tom Miks-Teksas  kıyaslaması yapıyor, birbirimize kızılderili isimleri takıyorduk.

Çocukluk dünyamızda çizgi romanların ayrı bir önemi ‘Tom Miks-Teksas Ticareti’ ile ilgiliydi. O dönemde çocukların çoğu Tom Miks ve Teksas biriktirirdi ve  özellikle yaz aylarında çok yoğun bir alım satım olayı yaşanırdı. Bu borsanın ilk yeri Gazi Caddesindeki Yapı Kredi Bankasının önüydü. Sabahın erken saatlerinden itibaren  herkes kitaplarını alıp geliyor, onları banka camının dibine seriyordu.

Bu borsanın ciddi kuralları vardı. Yeni çıkan sayıları almak her çocuğun harcı değildi. Yeni sayıları ya zengin çocukları  veya bu ticareti profesyonelce yapanlar beraberce alırdı.

Yeni sayı tanesi  uzun süre 50 kuruştu, daha sonra yıllar içinde önce 60 daha sonra 75 kuruş oldu. (Tabiî ki o yıllarda enflasyondan haberimiz yoktu). Yeni sayı bir kaç gün sonra ucuzlamaya başlar ertesi hafta ise yarı fiyata inerdi. Maceralar genel olarak en heyecanlı yerinde kesilir, bir sonraki sayı heyecanla beklenirdi. Bu nedenle ciltli romanlar okumak için daha çok tercih edilirdi. Borsada yeni sayıyı okutmak 10 kuruş, sadece resmine baktırmak 5 kuruştu. Resme bakma sırasında  çaktırmadan çizgi romanı  okumaya kalkanlar hemen ciddi olarak uyarılırdı.  Bu şekilde yeni  satın alınan sayının parası çıkardı, dergi kaça satılırsa o kar olurdu. Okunmuş sayılar eskiliğine yeniliğine göre 20-30 kuruş arasında el değiştirirdi.

Çizgi romanları biriktirenler için eksik sayılar önem kazanırdı. Bu durumda eski sayıyı almak için çok ısrarcı olmamak gerekirdi. Ancak bu borsada yıllarını verenler bu tip alıcıları hemen sezer fiyatı kolay kolay düşürmezlerdi. Bir süre sonra borsanın yerinde sorunlar ortaya çıktı. Yapı Kredi Bankası yöneticileri bizim kalabalığımızdan rahatsız olmaya başlamışlardı. Banka içinde bizimki kadar heyecan var mıydı bilmiyorum  ama sonuçta kaybeden taraf biz olduk. Birkaç uyarıdan sonra bir sabah geldiğimizde  kitapları serdiğimiz yerin baştan başa katranla boyandığını gördük. Ne kitaplarımıza ne de bize oturacak yer kalmamıştı. Yuvası bozulan kuşlar gibiydik. Birkaç günlük şaşkınlıktan sonra kendimize yeni bir yer bulduk. İnönü Caddesinde şimdi Şekerbank olan o zamanki İş Bankasının önü yeni borsamızdı. Yeni yerimiz  her ne kadar ana caddeden uzak idiyse de ara sokakta  olduğu için  çalışma alanımız daha genişti.

Çizgi romanlarla ilgili önemli bir konu evde onları saklamaktı. Bazı çocukların babaları bu romanlara çok kızar, gördükleri zaman yırtarlardı. Bu durumda kitapları evde uygun bir yerde saklamak ve gereğinde usulca dışarı çıkarmak gerekirdi. Bu işlerde anneler ve özellikle de kız kardeşler yardımcı olurdu. Bir diğer sorun da okul zamanı yaşanırdı. Nedendir bilinmez bütün öğretmenler çizgi roman düşmanıydı. Arada bir yapılan aramalarda  bulunan çizgi romanlara el konur öğrencinin çalışkanlığına veya tembelliğine  göre uygun bir ceza verilirdi. Bilemiyorum eğlenceli ve eğitici yayınların olmadığı veya çok az olduğu o yıllarda çizgi romanlar ölçüyü kaçırmamak kaydı ile bize niye çok görülüyordu. Öğretmenlerin çizgi roman okuma zevkleri  mi yoktu yoksa bizden topladıkları romanları evde zevkle okuyorlarmıydı bu konuda hala emin değilim.

Birkaç yıl da bu şekilde geçti. 62 li 63 lü yıllarda bizim nesil artık liseli olmuştu ve  yüksek öğrenim telaşı başlamıştı.  Yavaş yavaş bizler bu piyasadan çekilmeye yerimizi daha geçlere bırakmaya başladık. O yıllarda ticarete çocukça da olsa merhaba diyen o nesilden önemli ticaret adamları çıktı mı ve eğer çıktıysa o günleri anıyorlar mı bilmiyorum, ama ben o günlerin hatırasını  en canlı şekilde taşıyorum.

Tom Miks ve Teksas’tan bir süre sonra  Kinova,Teks ve Zagor gibi birçok çizgi romanlar  çıktı. Bunlar içinde Kinova daha farklıydı. İlk sayısında yerlilerin eline düşen, ailesini kaybeden kendisinin de kafa derisi alınan, öldü diye bırakılan bir adamın hikayesiydi. Bu başlangıç bizi çok etkilemişti. Onu da Long Rifle denen zayıf bir arkadaşı vardı. O zamanki engin İngilizce bilgimiz “long”un uzun olduğunu çözmüştü ama “Rifle”nin tüfek olduğınu çözecek kadar derin değildi. Bunda suç bizim değildi şüphesiz. Orta Okul ve Lise yıllarında harcadığımız 6 yıl boyunca bize İngilizce eğitimi olarak   “Gatenby”nin kitabındaki birkaç basit dersi çoğu zaman başka ders hocaları ile öğretmekle İngilizce eğitimi verdiğini sanan Milli Eğitim Bakanlığı  utanmalıydı.

Bu dönem çizgi romanları arasında ayrı bir öneme sahip olan ikisi Ten Ten ve Red Kit’ti. Bu iki roman da inanılmaz derecede sempatik, insancıl ve esprili idi. Ten Ten bir Avrupalı kahramandı. Daha şehirli, daha bilgiliydi. O da bütün dünyayı geziyor. Bilinmeyen soruların cevaplarını buluyor, en inanılmaz maceralardan aklı ile galip çıkıyordu. Ten Ten’in arkadaşı dalgın ve unutkan Profesör ve  dalgın polis memurlarından, “Dupont ve Dupond”, oluşan ekibi unutulmazdı.

Red Kit, aslında bir Fransız çizgi romanıydı. O da Tom Miks-Teksas gibi Amerika’nın 100-200 yıl önceki kasaba hayatını anlatıyordu. İnanılmaz bir espri ve komedi hakimdi. Red Kit’in atı Düldül, salak köpek Rin Tin Tin ve başta Daltonlar olmak üzere çeşitli macera kahramanlarını sevmemek ve unutmak mümkün değildi. Bu iki roman kahramanı kendilerine yenilenen dünyada televizyon ve sinemada yaşama şansı bulacak kadar şanslı çıktılar.

Yakın zamanlarda ise bu piyasaya daha çok şiddet içeren çizgi romanlar hakim oldu. Bunların hiç birisi Tom Miks ve Teksas’ ın yerini alamadı. Kim ne derse desin bizim kalbimizde hala yaşayan çocukluk dünyamızın ölümsüz kahramanları Tom Miks ve Teksas olacaktır. Onlara uzun ömürler diliyorum.

                        Tom Miks-Teksas bir kültür hizmetiydi. Bir başka ülkenin bize göre pekde eski olmayan tarihini bize eğlenceli , ilginç  ve yararlı şekilde öğretti. Bu birçoğumuzda okuma zevkinin başlamasına ve genel kültürümüzün artmasına yol açtı. Neden bunu bizler bu örnekler gibi hatta bu örneklere ilaveten  kendi tarihimiz için yeterince yapamadık. Bunun sorumlusu yine  bu eksikliği göremeyen  bizden birileridir.   




Merhaba ve ilk anı "Çizgi Romanlar"

Merhaba,


Bu sayfalarda sizlerle Diyarbakır’la ilgili anılarımı paylaşmak istiyorum.

Bu anıların özünü yaklaşık hayatımın 60 yılını geçirdiğim bu kentte yaşadığım çocukluk ve gençlik anıları oluşturuyor. 1950 li yılların başından 1960 lı yılların yarılarına kadar devam eden  Ulu Cami Mahallesi’nde dolu dolu geçen çocukluk ve  Ziya Gökalp İlkokulu, Ali Emiri Orta Okul’u ve Ziya Gökalp Lisesi’yle devam eden öğrencilik  günlerimin  bugün artık tamamiyle kaybolan veya  unutulan  gelenek, görenek ve geçmiş zamanlara ait sosyal ve kültürel bilgilerle dolu anılarını kaydetmek, belgelemek  ve bizden sonrakilere bırakmak istedim.

Aslında herkesin çocukluğu güzel yaşanmıştır. Çocukluk anılarımız, o günlerde  yaşanan iyi günüyle  kötü günüyle hep iyi hatırlanır.  “Nerde o  günler…” dememizin nedeni aslında o günlerin saflığına, temizliğine ve bizi etkileyen anıların unutulmazlığına olan özlemimizdir.

Çocukluk, gençlik veya erişkin yaş anılarımız aynı zamanda bizim “tarihe tanıklığımız” dır. Yaşam boyunca gördüklerimiz, duyduklarımız, yaşadıklarımız ve yaptıklarımız o zaman kesitinde bir  belge değerindedir. Çoğu zaman  kaydedilmeyen, yazılmayan zamanla unutulan veya değişime uğrayarak nakledilen bir yerel bilgi yani  “Yerel Tarih”tir. Özellikle toplumsal ve kültürel değişimlerin kısa sürede yaşandığı dönemlerde bu bilgilerin kaydı  “Yerel Kültür” için gereklidir, bu konularda araştırma yapacak araştırıcılar için değerli bir kaynaktır. Örnek olarak uzun Osmanlı İmparatorluğu döneminde yerel tarihle ilgili elimizdeki önemli tek belge Eyliya Çelebi’nin eseridir. Diyarbakır için 1910 basımlı “Amida” isimli önemli kitaptaki veya 1940 basımlı Fransız Arkeolog  “Albert Gabriel”in  kitabındaki şehir ve surlarla ilgili çizimler ve fotoğraflar, rahmetli fotoğraf sanatçısı Adil Tekin’in fotoğrafları elimizdeki en değerli belgelerdir.

Bizim nesil 1950 yıllardan günümüze ülkenin diğer yöreleri gibi  bu süratli  sosyal ve kültürel değişimi fazlasıyla yaşadı. Günlük yaşantı, alışkanlıklar, gelenek ve görenekler o günlerden bu günlere inanılmaz şekilde değişti. Eskinin değerleri, alışkanlıkları ve yerel kültürü tarih oldu. Bu kaçınılmaz değişime karşı yapılabilecek şeylerden biri bu değerleri kaydetmek, belgelemek ve sonrakilere bırakmaktır.

Diyarbakır, 1960 lara  kadar  şehri saran  açık hava müzesi özelliğindeki surları, mimari özelliği olan taş evleri, dar sokakları, camileri, kiliseleri, konakları, diğer tarihi yapıları,  birbirine yıllarca komşu olan değişik etnik ve dini özellikteki  ailelerin oluşturduğu mahalleleri ve şehir dışına yeni yeni taşan modern yapılanması ile bu günkünden çok farklı bir kent.

O günlerden bugünlere  kaybolan veya değişen kültürel değerleri en azından kayda geçmek bu bilinçte olanlar için bir görev olmalıdır. Bu konuda birikimi olan her kese düşen sorumluluk eleştirinin yanı sıra bu değerlendirmelere daha iyisi ve daha detaylısıyla  katkıda bulunmaktır.

“Çizgi Romanlar” ile  başlıyoruz.  Beğeneceğiniz umuduyla…                             Kasım 2010



Dr. Halil Değertekin